Koçgiri ismi, 1239’da Horasan’dan gelerek Dersim’e oradan da 1539 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın bir sürgün kanunuyla Zara, İmraniye, Hafik, Refahiye, Suşehri, Kemah, Kuruçay’ya yerleştirilen Kürt Koçgiri aşiretinden gelmektedir. Mayıs 1515 yılında, Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim büyük bir Alevi (Kızılbaş) katliamı gerçekleştirir. Bu soykırımda 50 binden fazla alevi kılıçtan geçirilip öldürülür. Kalanlar ise, Çaldıran savaşı sonrasıda dağıtılıp, çeşitli bölgelere sürgüne gönderilir. Türkiye’nin batısına sürgün edilenler, yüzyıllar sonra yoğun asimilasyon sonucu, Türkleştirildiler. Sürgüne gitmeyen ve Yavuz’un hışımında kurtulabilenler, Dersim yöresindei yüse dağlarda saklandılar. Yine bu katliamdan kurtulan bazı Aleviler, tekrar Horasan’a doğru kaçtılar.
Milattan sonraki (M.S) yıllarda Horasan’dan Dersim’e başlayan büyük göç ve 1539’da, Dersim’den İmranlı, Zara, Refahiye, Suşehri, Kuruçay, Gümüşakar, Boğazveren, Karacaören, Bulucan, Beypınar, Kercanis gibi kasabalara ve bunlara bağlı 340 köye yapılan ikinci göç, bu aşirete kendi ismini de veren göçler oluyordu. Büyük göçün, Kürtçe anlamı “Goça Gır”dır. Her iki göçün doğrusu, büyük sürgünlerdir. Her ikisinde de aşiretin tamamının göçü sözkonusudur. Her gidilen yerdeki yerli halk tarafından anılan isimdir. Goçagır geldi, Goçagır geliyor, Goçagır gidiyor şeklinde.
Bazı Kürt tarihçileri Koçgiri’yi ‘Qoçgiri’olarak yazarlar. Koçgiri, Kürtçe de ‘Goçagır’ olan ve Türkçeye çevirdiğimizde büyük göç anlamına gelmektedir. İsmini Dersimden, Sivas ve Erzincan bölgesine yapılan büyük göç’ten alan aşiret, günümüze gelindiğinde Koçgiri aşireti olarak anılır. Yüzyıllarca Türklerle içiçe yada komşu olarak süren yaşamları bulunmaktadır. Bu, Türkleştirme asimilasyonuna uğramalarına ve asimile edilmelerinde en önemli etken olur. Kimi yazar veya tarihçilerin kaleminden, koçların, koyunlara bırakıldığı gün yada zamandan gelmektedir. Oysa bu iddialar gerçeği yansıtmıyor. Özellikle Cumhuriyet döneminde kasıtlı çıkarılan iddialardır. Koçgiriyi Kürtlerden koparmak, asimilasyon politikasında başarılı olmak için ortaya atıldı.
Koçgiri, ismini koç veya koyundan almıyor. Zaten adı geçen Kürt aşireti koç veya koyunlarla pek bir alakası da yoktur. Aşiretin son bin yıllık tarihinde koyunculuk yok, ancak yoğun olarak keçi türü hayvancılık yaygındır. Küçük baş hayvancılık, atalarında kalan bir meslekti. Koçgiri’ye Türkmen’liği yakıştırmak insanlık tarihini bilmemek, yada onu bilerek çarpıtmaktır. O bölgenin en eski halkı olan Kürt’lere onlarca yıl ‘kart, kurt, Türk’ün dağdaki versiyonu’ gibi yakıştırmalar yaparak, onu ve tarihini inkar etme anlayışının bir devamıdır.
Yukarıda açıkladığımız gibi, Koçgiri ismini büyük göçten alır. Ana dilleri Kürtçe olan aşiretin Kurmanci lehçesi kullandığı bir gerçek. Koçgiri’yi ‘Türkmen’ yada benzeri aslı olmayan uluslara mal etmek, yüzyıllardır sistematik işleyen asimilasyon ve bölme politikasından başka bir şey değildir. Koçgiri Türk yada Türkmen değildir, Kürt’tür. Türkmen’lerin bir zamanlar orta Asya’dan yada Horasan’dan gelmeleri, Koçgiri ile bir bağlantısı bulunmamaktadır. Bu bağlantı olsa olsa komşuluk veya halk kardeşliğidir. Anadolu gibi, Horasan’da bir çok halklara ev sahipliği yapmıştır.
DERSİM ÖNCESİ : HORASAN
Hititler'in M.Ö. 1200 yılında Ege ve Akdeniz'den gelen deniz kavimleri tarafından yıkılmasından sonra da halkların dağlık bölgelere, orta Asya’ya, özelikle de Horasan'a akın ettiği tahmin ediliyor. Anadolu'da ve Kürdistan'ın batısında, Asur ve Deniz kavimlerinin arasında kalan Kürtler, Kafkaslar'a ve Horasan'a yöneldiler. M.Ö 843'ten kalma bir Asur tabletinde, Kırmanşah sakinlerine Aryanlar denilmektedir. Aryanlar buraya M.Ö 900'lerde, Herat ve Meşhed Serans geçidinden gelmişlerdir . İlk göçten bir kısmının tekrar döndüğü düşünülebilinir. Kürtlerin Horasan'a gelmeleri Arap, Asur ve Deniz kavimlerinin saldırıları döneminde yaşandı. Özellikle de Arapların Kürdistan'a ve Bereketli Hilal çevresine saldırmaları sonucu Kürtlerin belli bir kısmı, bugünkü Kuzeybatı Kürdistan'a geçmek zorunda kaldı. Med İmparatorluğu (MÖ 712- 550) döneminde de Kürtlerin burada olduğu biliniyor. Şoreş Reşi’nin 22.10.03 tarihinde Ö.Politika gazetesinde yayımlanan dizisine göre, Taberi şunu aktarıyor: "Halife Ömer ile biri arasında şöyle bir diyalog geçer: Ömer: 'Keşke bizimle Horasan arasında ateşten bir deniz olsaydı', der. Diğeri, bunun nedenini sorar. O da; 'Oradaki halk (Türkler.K.L) bizim üzerimize geleceğine, yöredeki halkın (Kürlerin.K.L) üzerine gider,der” Bu da Kürtlerin orada Müslümanlığın yayılmasından önce de yerleşik olduğunu gösterir. Buradaki Kürt ve Fars halkları, 720'ye kadar Araplara karşı direnmişlerdi. Bu halklar, Ömer ve Emeviler'den sınırsız bir baskı gördü. Bu nedenle, özellikle de Kürtlerin bir kısmının Hindistan'a, bir kısmı da Sibirya içlerine kaçtığı belirtiliyor.
İslam orduları, yüzbinlerce insanı öldürdükten sonra Horasan’ı alabildi. Savaşların din veya inanç adına yapıldığı bir dönemdi. Uluslaşma veya ulus devleti kurma yerine, savaşlar din ve inanç adına yapılıyordu. O gün bu Coğrafya Kürt ve Fars’ların doğal olarak korundukları bir kale durumundaydı. Çünkü Horasan, Zerdüşt dininin, ilmin, müziğin ve felsefenin dünyaya yayıldığı önemli merkezlerden biriydi. Hz. Ali dönemindeki bir isyanı Halid bin Kurra bastırmıştır. Muaviye dönemindeki isyanı da, Abdurrahman Bin Semure bastırdı. Eba Muslim Horasani’nin hakkında bilinenlerin bazıları şöyledir; M.S. 715 yılında da Kuteybe Bin Muslim ortalığı kasıp kavurdu. Eba Muslim Horasani de 745'te Horasan'a geldi. Suriye'den geldiği için Arap olduğu iddia edilir, ama tarihi belgeler Eba'nın bir Azerbeycan Kürdü olduğunu göstermektedir. Bir de o dönem Suriye'nin önemli bir bölümünün Kürtlerin elinde olduğunu hatırlatmak gerekir. Eba Müslim Horasani (M.S. 718-755), neredeyse Horasan'ın ve oradaki Kürtlerin bir kahramanlık sembolüdür. Bu Kürt ileri geleni hakkında çok rivayet vardır. Bu konuda, Abbasi Şairi Ebu Delama'nın onun için yazdığı bir kaç cümleyi aktaralım:
’Ey Ebu Mucrim
Ey katil Eba
Sen Mansur'a ihanet etmek istedin
Senin Kürt ataların da hain idi
Sen, beni öldürmekle korkutuyordun
Ama, büyük savaş seni kendi ellerinle
parçaladı.’
Eba'nın öncülüğündeki çok sayıdaki Kürt aşireti, Horasan'dan Kerkük, Erbil ve Batı'ya doğru gelerek Emevi güçleriyle çarpışır ve sonuçta Abbasiler'in iktidara gelmesi sağlandı. Abbasiler döneminde Kürtler sınırlı da olsa bir rahatlama dönemi yaşadı ve onlarca beylik meydana getirdiler. Ama Eba Muslim'in 754'te Ebu Cafer Mansuri tarafından öldürülmesi üzerine, Horasan'daki Kürtler yine ayaklandı ve güneye giden 24 aşiret, Abbasiler'e karşı üç ay savaştı. Eba'nın intikamını almak için savaşan bu 24 aşiret yenilerek Mardin, Urfa, Malatya, Maraş ve Halep mıntıkasına çekilmek zorunda kaldı. 1164 yılına kadar bu bölge ile Hama ve Humus arasında kaldılar. Bunların büyük bir çoğunluğu daha sonraları (1165) İç ve orta Anadolu bölgesine yerleşecekti.
Horasan'da kalanlar da binlerce kayıp verdikten sonra, Abbasilerin eliyle Samsun-Canik'ten Adana'ya kadar olan bölgede, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki sınıra serpiştirilerek, İslamın kalkanı görevi gördüler. Bunu, dönüş olarak ta adlandırabiliriz. Harun el-Reşit (786-809) döneminde Badıllı (125 aşiret), Şadi(18500 hane) ve Reşi aşiret konfedarasyonları, Kandahar, Mazenderan, Horasan ve Secistan'dan getirilerek, Samsun-Canik ile Kayseri ve Adana-Sis arasında Bizanslılara karşı tampon olarak yerleştirildi.Türkler, 1040 yılında Horasan'a girdi. Rey şehrini tahrip ettikten sonra Kazvin'e geçtiler, ama orayı alamadılar. Bu kez Ermenistan'a saldırdılar. O dönemde, Kürt aşiretleri birleşerek Oğuzları yendi ve onları Azerbeycan'dan attı. Oğuzlar, Horasan'a dönerek Tuz şehrinden yaklaşık 100 bin, köylerden de 20 bin insan öldürdü; 150 bin kişi de esir alındı. Bu dönemde büyük bir Kürt nüfusunun Anadolu'ya geldiği bilinmektedir.
Timur ilk olarak Horasan'a geldiğinde, Tus şehrini yerle bir etti. Bazı tarihçiler, Timur'un orada Kürtlerle karşılaştığını ve onların ayaktaki develeri yüklemelerine hayran kalarak, bu dev yapılı insanları emrine almak isteğini, aktarır. Yine bazı tarihçiler, 1245-1389 yıllarında, Herat'ın güneyindeki dağlarda "Kürt" isimli bir hanedanın varlığından söz ettikleri bilinmektedir. Böylece Horasan'ın bir Kürt yurdu olduğuna dair verilere rastlamak mümkündür. Horasan’ı iki kez gezen ve bunu Özgür Politika gazetesinde dizi olarak yayımlayan Şoreş Reşi, bölgeyi şöyle tarif etmektedir:
“Meşhed Eyaletinin Kürt şehirleri doğudan batıya doğru şöyle sıralanır: Kelat, Çınaran, Deregez, Koçan, Şirvan, Bojnurd ve güneyde Sebzıvar ile Esferayn. Son ikisi hariç, diğer şehirlerin çoğunluğu Kürt. Bojnurd şehrinin 120 bin kadar nüfusu varki ve bunun 100 bininin Kürt olduğu söylenir. Şadi aşiretinin kurduğu bir şehir. Bilindiği gibi bugün; Suriye, Batı Kürdistan, Konya, Kafkaslar'a dağılan bu aşiretler konfederasyonu, Horasan Kürtlerinin de önemli bir bölümünü meydana getirir. Horasan'da bu isim altında toplanmış 23 aşiret bulunuyor. Bilindiği üzere Kürtler, Osmanlılar ile Safeviler arasındaki çekişmelerden, savaşlardan çok çekti. Özellikle de 1500'lerden sonra bu mücadele, dini bir çekişmeye büründükçe kuzeyden güneye kadar aradaki Kürtler zarar gördü. Mayıs 1515’de Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’da ki Alevi inançlı Kürt katliamı, bölgeye yansıyordu. Bu çalkantılı döneminde 1590 yılında Osmanlılar ile Safeviler arasında bir anlaşma sağlandı. Buna göre Azerbeycan, Gurcîstan, Ermenistan, Şehrî Zur ile Lorıstan ve Hemedan Osmanlılara geçti. Bu dönemde genişleyen Osmanlı devletinin halk üzerindeki baskı ve sömürü politikası da şiddetlenmişti. Halk bir yandan göç etti, bir yandan da Celali isyanları başladı. Aynı zamanda Abbas da batıdaki Kürtleri Horasan'a sürmeye başladı. Osmanlı padişahı’da Dersim’de ki Kürtleri (Koçgiri) Erzincan ve Sivas mıntıkasına doğru sürüyordu.”Kürtlerin bir daha dönmemek üzere Horasan’a göçün ilki 1490-1500 yıllarında gerçekleşmiştir. Kasr-i Şehri antlaşmasından sonra, Horasan’a Kürt göçü önlendi. Bu dönem Qeremanlı aşireti, Şah İsmail'le sığındı. Qeremanlılar bugün de Horasan'da çok kalabalıktır. Bir kısmının hala göçebe olduğu bilinmektedir. Büyük bir bölümünün ise Aşxane İlçesi'nin dağlık kesimlerinde yaşadıkları anlatılmaktadır. Şah İsmail'in bugün sürgünde yaşayan Kürtler üzerinde büyük bir dini tesiri olduğunu bilinmektedir. O dönemde Şah'ın ordusunun % 80'ini Kürtler oluşturmaktaydı. 1500 yıllarında yapılan ikinci büyük göçün ise Şah Abbas ( 1587-1628) döneminde gerçekleşti. Şah Abbas 1593'te Kürt ileri gelenleri ile bir toplantı yapar. İki devlet arasında sıkışan Kürtler ve Çemişgezek Konfedarasyonu, Şah'ın oyununa gelerek Xwar-Weramin (Tahran'ın güney mahalleleri) mıntıkasına gitmeye razı olmuşlardı. Safeviler döneminde yaşanan Özbek ve Türkmen akınlarını durdurmak için, Kürtler kalkan olarak düşünülmüştü. O bölgeye yerleşerek bu bölgenin İran topraklarında kalmasını sağlamışlardı. Kürtlerin bölgedeki askeri etkisi büyük olduğu için bu plan uygulamaya konuldu.
Horosan’da Kürt Şehirleri
Horasan göçünde Kürtlerin kurduğu ilk şehirin ismi Şirwan’dır. Bu ismin Kürdistan,dan götürüldüğüne inanılıyor. Daha sonra 55 km daha doğuya giderek Xabûşan (Bugünkü Koçan) şehrini kurdular. Aynı dönemde, Şadi konfedarasyonu da Bojnurd şehrini kurdu. Bojnurd'da Şadilerin kurduğu bir saray bulunmaktadır. Bu saray’ın ismi "Neynıkxane" dir, Türkçe aynalı oda anlamına geliyor. Horasan’da Şirwan, Koçan, Bojnurd, Aşxane ve benzeri Kürt şehirleri bulunmaktadır.
Horasan'da 110’u aşkın aşiretin yaşadığı belirtilmektedir. Horasan’daki en büyük Kürt aşiretleri: Şadi, Keyvan, Qereçorlu, Qereman, Milan, Celali, Şexemiri, Laini, Zaxuri, Sevıka, Badılli, Topkan, Omeri (Emari) ve Reşi’dir. Yüksek ve dağlık yerlerde yaşayanlara Lawin, biraz daha düzlük ve ovalarda yaşayanlara ise Lain’ler deniliyor. Ekrem İzi'nin ‘Her Yönüyle Sincik, Malatya, 2000’ isimli eserinde yazdığına göre, Adıyaman'ın Sincik İlçesine bağlı Lain (Bugünkü Alacık Köyü) bölgesine ait Osmanlı kayıtlarna rastlanmaktadır. Örneğin, "1519'da Lain'de beş hane, bir bekar var; 1524 de 7 hane; 1530 11 hane, 1 bekar; 1547 de 12 hane 2 bekar" Bu iki bölgenin birbiriyle bir bağlantısı olduğu iddiası var. Yavuz Sultan Selim'in katliamlarından kaçan halkın bu ismi kendisiyle birlikte Horasan’a götürdüğü düşünülüyor.
Tewehhudi: "Kürtler Horasan'a geldiklerinde 45 bin aile veya 225 bin nüfusları vardı" diyor. Bazı kaynaklarda bu, 15-50 bin aile ve 1.900.000 nüfus olarak geçmektedir. Daha gerçek tahminlere göre Horasan’da bugün 1.5 milyon civarında Kürt yaşamaktadır. Horasan, özellikle de savaşlarda ve Nadir Şah (1688-1747) zamanında, Kürtler çok eziyet gördü. Yaşadığımız 21. yüzyılda dahi, buradaki Kürtlerin sayılarını belirten herhangi bir resmi belge yok. Şah, Osmanlı-Rus sınırına beş bin aile yerleştirirken, iki bin Omeranlı aile de (60 köy) Qoçan'dan (1730) Gilan'a sürgün edilir. Qazvin'e de Omerli, Bahadırlı ve Bisanlı gibi aşiretler bulunup, bunların da Nadir Şah döneminde Horasan'dan buraya getirildikleri bilinmektedir. Bugün burada yaşayan 1600 köyün de Kürt olduğu bilinmektedir.
Herodot'un yazdıklarına göre: "Asya'da bir ova var. Her yanı bir dağla çevrilmiş ve dağın beş boğazı var; bu ova eskiden Khorasanlılar'ındı; Hyrkanialılar'ın, Parthialılar'ın, Sarangialılar'ın ve Thamanaeililer'in ülkelerine sınır düşüyordu, ama şimdi buraları İranlılarındır ve büyük kralın (Dariyus-ben) mülküdür. Dağdan Akes adındaki ırmak çıkar, beş kola ayrılır ve bu ülkelerin topraklarını sulardı. Kral bu boğazları kapattı ve suyu ovaya saldı. Komşu ülkeler susuz kalınca gelip yalvardılar. O da haraç alarak suyu veriyordu” (Azra Erhat, Herodot Tarihi, 1983, Remzi y). Lain Kürtlerinin yaşlıların başında sarı renkli sarıklar vardır. Bunların eskiden Kürdistan ve İç Anadolu'daki Kürtler tarafından da kullanılıyordu. Bölgede yaşayan Kürtlerin, Anadolu’daki Kürtlerle benzerlikleri bulunmaktadır.
Kürtlerin hakimiyet kurdukları alan, Medler döneminde en geniş sınırlarına varmıştır. Med imparatorluğu dönemi, aynı zamanda Kürtlerin zenginlik dönemiydi. Batıda Kızılırmak, Doğu’da Hindistan, Güneyde ise Süleymaniye, Bağdat ve Halep yakınlarına kadar olan coğrafya, Kürtlerin çoğunlukta oldukları bir coğrafya idi. Medlerin bundan, 2552 (M.Ö 548) yıl önce yıkılmasından bu yana Kürtler siyasi, ekonomik, kültürel, askeri ve ruhi olarak bir araya gelemedi. Artık Kürtler için parçalanmış bir yapı söz konusuydu. Belirli bölgelerde belli kabile veya aşiretler kimliklerini korumaya çalıştı. Horasan Kürtlerinin yüzde 95'i Kurmanci konuşmaktadır. Çok az bir bölümü Lori ve Hewramanice'yi konuşuyor.
HORASAN SONRASI : DERSİM
Koçgiri aşiretinin bilinen en yakın tarihi, Dersim ile başlar. Dersim tarihini bilen, Koçgiri tarihinide iyi bilir. Yüzlerce yıllık Dersim tarihinde Koçgiriyi görmemek Dersim’i anlamamakla eş anlamlıdır. Dersim’den günümüze gelen yüzü aşkın kabile bulunmaktadır. Koçgiri aşireti Dersim’in en köklü ve yığınsal aşiretlerindedir.
Yavuz Sultan Selim’in sürgünleri olan Dersim’liler başlangıçta iki ana kabileden (aşiret) oluşur. Koçgiri aşiretinin ataları, Şeyh Hasanlar, kuzey ve batı Dersim’de iskan olurken, diğerleri de eski Dersim yani Doğu Dersim’de kalanlardı. Şeyh Hasanların, Horasan Kürtlerinden oldukları bilinmektedir. Doğu Dersim’de kalan Kalmansurlar aşireti, bugün kendine Dersimliler diyenlerdir. 19. yüzyılın ortalarında bütün Dersim aşiretlerinin nüfusu 200 bin olarak tahmin ediliyor. Dersim’in Hut ve Tujik bölgelerinde yaşayan Kürtlerin sayısının 100 bin olduğu söyleniyor. Yine 19. yüzyılın başlarında bölgede yaşayan Kürtler ise, 5 değişik aşiret olarak yaşamaktadır. Bunlar, Dersimli, Balabanlı, Çaraklı, Kureşli ve Şeyh Hasanlar’dır.
Dersim’de Koçgiri oluşumu, M.S.700, 1071 ve 1258 yıllarında İran’ın Horasan bölgesinden yapılan göçlerle tamamlanır. Bölgedeki savaş ve sürgün politikaları Koçgiri Kürtleri’nin 5 asır boyunca Horasan’dan Dersim’e göçmelerine neden olur. Hazar denizinin güney batısında, bugünkü Afganistan ile İran topraklarında bulunan Horasan bölgesi Dersim Kürtlerinin yada eski deyimle Dersim aşiretlerinin çıkış noktası olduğu konusunda bütün tarihçiler hemfikirdir.
Horasan’dan gelmelerinden yola çıkılarak birçok Türk veya Kemalist siyasetçi, tarihçi veya yazar, Koçgiri aşiretinin Türk yada Türkmen olduğunu öne sürerler. Bu gerçek dışı bir iddia’dır. Bu iddia Cumhuriyet döneminde bilinçli olarak ortaya atılmıştır. Asimilasyonu gerçekleştirmeye ve Kürt gerçeğini inkara dayalı bir iddia. Koçgiri aşiretinin ana dili Kürtçe’dir. Kürtçe’nin Kurmanci lehçesini konuşmaktadır. Kültürel, sosyal, tarihsel ve sosyolojik yapısıyla Kürt ulusunun bir parçasıdır. Arap yada Türk değildir.
Bugün dahi, yani yaşadığımız şu 21 yüzyılın ilk yıllarında, sözünü ettiğimiz Horasan (Xoarasan)’da yaşayan 1.5 milyon Kürt vardır. Bunlar 5 bin yıldır burada yaşadıklarını, Kürt olduklarını ve Zerdüşt inancından geldiklerini söylüyorlar. Sadece söylemeleriyle de değil yapılan bütün bilimsel araştırmalar bu yönde sonuca varmıştır.
Alevi inançlı Koçgiri ve diğer aşiretlerden Anadolu Kürt’lerine ilk Türkmen’lik propogandasının tarihi kökeni biraz daha eskiye daynmaktadır. Hacı Bektaş-i Veli, Yunus Emre ve Mevlana, Anadoluda ki Kürt kökenli Alevilerin, aslında Türkmen olduklarının, propogandasını yaydılar. Bu propoganda, cumhuriyet döneminde ise devletin resmi idelojisi olarak kabul edildi. Bu idelojinin bayraktarlığını ise Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yapıyordu. İslamiyet’in yayılmasında sonraki süreçte, Osmanlı İmparartorluğu ve özellikle Türkiye Cumhuriyeti döneminde “Türkmensiniz yada Türkmeniz” içerikli, asimilasyoncu propoganda daha da artırıldı. Bunun için uygun bazı Alevi kuruluşlarıda bulunmuştu.
Alevi Kürtler veya Koçgirililer, Kürt olmaktan utanmamalıdır. Kendini inkar etmek, korkudan kaynaklanır. Çekinme ve horlanmadan kaynaklanır. Oysa ne inkar, ne korku nede çekingenlik tarihsel gerçeğin üzerini örtemez ve örtemedi. Horasan bölgesinden göç ettirilen üç ana Kürt aşireti bugünkü Diyarbakır, Dersim ve Van yöresine yerleşirler. Ancak bizim konumuz bu aşiretlerden Koçgiri’nin dünü ve bugününü incelemektir.
Koçgiri Kürt İsyanı ve Unutulması İstenen Halk Kahramanları
Bu konuda sınırlı olsa da epeyce yazılmış eser var. Birinci dünya savaşından sonra dağılma sürecine giren Osmanlının yıkımının altında Kürtler kalır. Bu yıkıntının altındaki Kürtler 20 küsür sene kesintisiz ayaklanma, direniş veya isyan örgütlerler. İşte bu kesintisiz Kürt başkaldırılarının ilk çığırını Koçgiri halkı açıyordu. Koçgiri isyanına kadar aralıklı, küçük çaplı yada sadece kendi alanını kapsayan başkaldırılar vardı. Fakat her yenilgi sonrasında alev sönmese de, köz olarak kalıyordu. Kendi içerisinde yanan köz, yeni bir tutuşturucuyu bekliyordu. Bu isyanlar içerisinde, Koçgiri ayaklanması nitelik olarak farklıydı. İlk defa, kapsamlı planlanan, ulusal sorunu öne çıkaran ve pazarlığa oturan bir başkaldırydı. Ne var ki Koçgiri ile başlayıp Dersim’e uzanan bir halk önderi sürekli gölgede bırakıldı.
Olaylar irdelenirken aşiret reislerine, hak etmeseler de birinci rol veriliyordu. Oysa gerçek roller, gerçek sanatçıya verilmeli. Olayların kahramanları halkın içerisinden çıkanlardı. Gerek Koçgiri gerekse Dersim isyanında çok önemli bir isim var. Her iki direniş de, halkın içerisinde çıkarak tamda kavganın ortasında isyanın organisazyonunu gerçekleştirdi. Aşiret reisleri bugün daha çok konuşuluyor, dünde öyleydi. Ama gerçek öyle midir? Bazı yanlarıyla karanlıkta kalan Koçgiri’yi gün yüzüne çıkarıp yeni kuşakların dikkatine sunmaktır. Koçgiriyi aşiretçilikten alıp bugüne evrensel kılan, o ilkel yaşam biçimini aşarak, Ortadoğu, Mezepotamya yada dünaynın başka noktasında modern yaşayan Kürt ulusunun uygar bir parçası durumundadır. Koçgirinin son bin yıllık tarihi incelendiğinde, hep ileriye koşar bir devinim halindedir. Aşiret yaşamından, evrensel yaşama adım atmaktadır. Tıpkı diğer Kürt kardeşleri gibi, Latin Amerikalı, Afrikalı yada Avrupalı gibi.
Bugün Koçgiri yok, var olan aşiret yaşamı da yok olmaya yüz tutmuş, yerine modern insan, evrensel insan filizlenip büyüyor. Başlangıcından bugüne Dersim tarihi yazıldığında Koçgiri’yi Dersim’siz bırakmak, Dersim tarihini eksik yazmak olur. Dersim bir bütündür, bütünden ayrılan parçalar yada dilimler vardır. Ya bir bütün olarak tarihi ele almak gerek yada bütünden ayrılan parçaların dününü ve bugününü iyi ele alınmalıdır. Dilimlenen parçaların tarihini de yaparken bütünü bozmamak elden bırakılmamalı. Koçgiri bir bütünün parçasıdır. Bu parçayı bütünden koparılan dilim şeklinde doğru analiz edilir, tespit ve analizler yerli yerine yapılırsa, bütünden kopan bir dilim gibi tekrar yerine oturur. Kuşkusuz Koçgiri halkı karpuzdan kopan bir dilim olmadığı gibi Dersim halkıda karpuz sayılmamalıdır. Örnekleme açısından yararına inandığım için bu örneklemeyi verdim.
Kürt aşiretleri içerisinde en genişlerinden birisi olan Koçgiri’nin tarihini yazı diline aktaramayan tarihçiler sorgulanmalıdır. Birçok Kürt aydını, yazar ve araştırmacısı da Koçgiriyi derinlemesine araştırıp, su yüzüne çıkarmamıştır. Koçgiri ile ilgili araştırma ve tarihi veriler 20. yüzyıl öncesi gezginlere, İngiliz, Fransız yazarlara veya anlatımlara dayanmaktadır. 20. yüzyılda ise çok az sayıda anlatımcıya veya sınırlı araştırmaya dayanıyor. Türkçeye aktarılan en önemli tarihi belge ise Dr Nuri Dersimi’nin anılarıdır. Eğer M. Nuri Dersimi, genç yaşta Koçgiri isyanına katılıp daha sonrada Suriye’ye geçerek anılarını yazmasaydı o tarihi de kaynak bulup yazamayacaklardı veya yazamayacaktık. Resmi devlet tarihi ve tarihçilerinin asılsız enformasyon bombardımanına devam edilecekti. Olayın kahramanlarının yazılı ve birinci elden kaleme aldıkları bir esere sahip değildik. Osmanlı tarihinden ve bazı dış gezgincilerden öğrenmeye devam edecektik. Dr N.Dersimi herkese birinci elden kaynak oldu.
Koçgiri’nin Aşiretsel Kökenleri
1071 yıllarında Dersim’in batısına yerleşip yaşamaya başlayan altı kardeşten oluşan Şeyh Hasan’lar kabilesi bugünkü Koçgiri aşiretinin ana çıkış yeri olur dersek doğru bir tespitte bulunmuş oluruz. 1071’de başlayan bu oluşum 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde 30 bin haneyi ve 250 bin nüfusu aştığı tahmin edilmektedir. Bu aşiret, 1920’ lerde bağımsız Kürt devleti için silaha sarılmaktan geri durmuyordu. Gününmüzde kendisini Koçgirili saymayan yüzbinlerce insanın olduğu, bunun aksine Koçgirili olmakla gurur duyan bir o kadar insanın olduğu unutulmamalı. Toplumların tarihini, insanlık tarihinin bütününde görmeliyiz. 600 yıl süren Osmanlı imparatorluğu nun çöküşüyle teker teker ortaya çıkan yeni devletler zincirine, Kürtler de bir halka olmak istiyordu. Koçgiri, Dersim, Şeyh Sait, Zilan, Ağrı ve diğer isyanları bunu kanıtlıyordu. Koçgiri aşiretinin tarihsel gelişimi hakkında birçok yazar veya tarihçinin değişik iddia veya görüşlerine rastlarız. Ancak bunlar, tarihsel süreci değiştirmeye kafi gelebilecek iddialar değildir.
Koçgiri aşireti en geniş Kürt aşiretlerindendir. Tarihsel olarak önemli olaylara damgasını vuran bir halktır. Onun gerçeğini anlamak için bağlı olduğu ulusal değerlere bakmak gerek. Onun bir parçası olduğu halkın tarihsel gelişimine bakmak gerek. Onun parçası olduğu ulusun ulusal kökenlerine ve ulusal kimliğine, kültür ve yaşam biçimine bakmak gerek. Kısacası Koçgiri aşiretinin üzerinde yaşadığımız gezegenin hangi kara parçasında olduğu, bu toprak parçasının binlerce yıl hangi milletin toprak bütünlüğü olarak bilinen coğrafyada yer aldığına bakmalıyız. Kültürel yapısının, dil ve iktisadi yaşamının hangi ulusa tekabül ettiği ele alınmalıdır. Çok yönlü, geniş ve maddi delillerle yapılan araştırmalara da gerçek Koçgiri su yüzüne çıkar.
Elimizdeki Osmanlı imparatorluğunun çok sınırlı bazı arşivleri, Koçgiri isyanı ve önderlerinin gününmüze aktarılan yazıları tek çıkış noktasını oluşturuyor. Geçtiğimiz yüzyılda yaşayan insanları dinleyip bugüne bir tarih belgesi bırakılamadı. Bu Kürtlerin eksiğiydi, Koçgirililerin eksiğiydi. Daha doğrusu dünün başarısızlığıydı. Bu başarısızlığın gerçekleşmesi için o günün egemenleri ellerinden geleni yapmışlardı, bugün de yaptıkları gibi. O dönemin koşulları da gözardı edilemez. İnkar ve imhanın yaşandığı ortamlarda tarih yazmanın zorlukları var. Günümüzde dahi tarihi çarpıtmalar yapılmaktadır.
Bir ulusun dinsel inançları farklı olabilir. Üzerinde yaşadığımız coğrafyada olduğu gibi dünyanın her köşesinde farklı inançlara sahip insanlar veya topluluklar mevcuttur. Hatta aynı ulusa mensup kişi ve topluluklarda farklı dinsel inançlara sahip olanları vardır. Dinsel inançlar günümüzde dört ana kitap ve peygamber etrafında bütünleşmiş durumdadır. İki bin yıl önceki din faktörü Ortadoğu ve Mezapotamya topraklarında başladı. İslamiyet, Hristiyanlık yada Musevilik gibi dinler etrafında bölünen insanlığın içerisinde, Koçgiri yada Kürtler de islamiyete inanmışlardı. İslamiyette zamanla farklı inançlar türemişti. Özellikle Anadolu’da ki alevilik felsefesi Koçgiri halkınıda etkisi altına almıştı. İslamiyetten önce Zerdüşt inancına sahip Alevi Kürtler, Türklerden önce İslamiyete inandıkları da biliniyor.
Alevi ya da Sünni Olmaları Koçgiri’yi Türk Ulusunun Mensubu Yapamaz
Alevi yada sünni olmaları Koçgiri’yi Türk yada başka bir ulus mensubu yapamaz. Dersim, Mezepotamya ve Kuzey Ortadoğu’da yaşayan halklar araştırıldığında Kürt ulusu ile karşılaşırız. Hazar Denizi, İran’ın Horasan bölgeleri bugünkü Koçgiri ve Dersim Kürtlerinin anayurtları olarak karşımıza çıkar. Kürtler derken, sadece Dersim kökenli ve bugün alevi dinsel inancını benimseyenleri kast ediyoruz. Kuşkusuz sünni inançlı Kürtler de bulunmaktadır. Ancak kitabımızda Alevi inançlı Kürtler konu edilmektedir. Kürtler, bu bölgelerde yaşanan savaşlarda yüzbinlerce insan kaybettiler. Bugün sayıları milyonlarla sayılan Alevi inancındaki Kürtlerin Dersim, Sivas, Maraş, Kayseri, Malatya, Erzincan, Elazığ, Adana, Adıyaman, Kayseri, Kars, Bingöl, Bitlis ve Erzurum gibi yerlere dağılmaları tesadüfi değildir. Savaşlardan sonra başlayan sürgünler bu halkı buralara kadar savurmuştur. Sistemli uygulanan asimilasyon politikları Kürtlerin sürüldükleri bazı bölgelerde ‘Türkleştirilmeleri’ yada ‘Türkmenleştirilmeleri’ne yol açmıştır.
Türkiye’nin batısına, iç Anadolu ve Trakyasına sürülmekle kalınmamıştır. İnsanlar bugün Yunanistan’a ait Rodos adası, Mısır, Şam, Halep, Beyrut gibi birçok uzak yerlere sürgün edilerek hedeflenen “ıslah” politikası gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Dünyanın en çok sürgün yaşayan halkı olarak tarihleşen Kürtlerin içindeki bir aşiret olan Koçgiri’de payını almıştı.
Koçgiri’nin Horasan ve Hazar denizi çevresinde başlayan sürgün hayatı Dersim’de noktalanmamıştır. Dersim’in batısına sürekli uygulanan bir sürgün politikası dönemin egemen güçlerince gerçekleştirilmiştir. Şeyh Hasanların Dersim’in batısında başlayan yaşam macerasında Koçgiri aşiretinin ilk tohumları atılır. Altı kardeşin Dersim’in batısında ki yaşamı daha da batıya doğru yol olur gider. Bugün Erzincan’ın Refahiye ilçesine bağlı Koçgiri köyü, Koçgiri aşiretinin vücut bulduğu bir mekan olur. Bugün ismi Gümüş Şakar Köyü olarak değiştirilen kasaba Koçgiri’nin yüzyıllarca yaşam bulduğu bir coğrafyadır. Dersim’in batısıda sayılan Nazimiye ve Refahiye gibi bölgeler Koçgiriye uzun yıllar ev sahipliği yaptı. Burada başlayan yolculuk bugün Sivas, Kayseri, Maraş, Adana ve Malatya ya kadar genişler. Son elli yıldır daha doğrusu ikinci dünya savaşında sonra buralardan da uzaklaşarak yada sürgün edilerek Türkiye’nin batısına hatta Avrupa ve Amerika’ya kadar süren sürgün ve göç yaşamı devam etmektedir.
Kürtlerin beş ayrı ülkede başlattıkları uluslaşma savaşımı vardır. Bu daha çok temel insan hakları, eşitlik, adalet ve özgürlük istemi doğrultusundadır. Ulusal varlığını kabul ettirme mücadelesidir. Yoksa, uluslaşma, yeniden aşiret yaşamına dönmek için değildir. Dünyada gelişen kapitalist yaşam ve üretim ilişkileri, feodal yaşam biçimini ve etkilerini tasviye etmektedir. Kapalı yaşam biçimi değişmektedir. Ekonomik ilişki ve ihtiyaçların seyri değişmektedir. Koçgiri aşiretinin giderek çoğalan nüfusu, ülkedeki ekonomik darboğaz ve geçim sıkıntısı karşısında yeni açılımlara girmek zorunda kaldı. 1920’de 60 haneli ve 350 nüfuslu bir köyün dağılmaması durumunda, 2004 yılındaki hane sayısı enaz 600, nüfusu ise enaz 4000 olacaktı. Bu durumda zaten sınırlı olan gelir kaynakları bu kadar insana nasıl pay edilecektir?
Türkiyede ki Kürtler son 50 yılda daha çok değişime uğradılar. 1960’ lı yıllarda Koçgiri aşiretinden çıkan ilerici gençler, ülkede ki devrimci kabarış ve aydınlanma hareketi, Koçgiri’nin aşiret yaşamını tar-ı-u mar etti. Esen sert rüzgarlar karşısında Koçgiri olarak yaşamayı zorlaştırdı. Devrimci gençlerin eski gelenek, dinsel inanç ve tutucu bağlılıklara karşı bayrak açması, dedelerin (Seyyid) köylerde kovulmasına kadar gitti. Alevilikte dedelerin dinsel açıdan yerleri ve sahip oldukları ruhani mevkinin önemi çok büyüktür. Bu mevki 1960’ lı yıllarda çatırdamaya başladı ve 1970 li yılların sonunda ise çatlayıp dağılmaya başlamıştı. Dedelik mertebesi ve bu mertebeye sahip olan Kureyşi’lerin toplumsal inançtaki yerleri sarsılınca, Alevi inançlı Koçgiri ikinci bir darbeyi ve belkide en önemli darbeyi kendi içerisinden almış oldu. Bu bir adıyla dipten gelen dalgaydı. Yüzyıllarca egemenlerin ve devletin karşısında her türlü ihaneti yaşayan, Koçgiri tamamen bir gerileme ve tökezlemeyi yaşamaya başlamıştı. Aşiret yapısı bozulup dağılmaya yüz tutuyordu. Aşiretten, evrenselliğe uzanan bir yol böylece başlamıştı.
1920’lerde Koçgiri halk hareketi başladığında, merkezi yerleşim olarak Sivas Erzincan arasındaki bölge Koçgiri olarak biliniyor. Yaklaşık 9300 (Dersim’liler dahil) silahlı direnişçinin örgütlendiği dağlık arazide ve yüzlerce köyde mevzilenmişlerdi. 340 civarındaki Koçgiri köyünde bulunan kabilelerin önemli bir bölümü direnişçilere yardım ediyordu. Zara, İmranlı, Suşehri, Kangal, Gürün, Divriği, Refahiye ve Dersim’de isyan ve kürt kurtuluş bayrakları dalgalandırılıyordu. Ayaklanma 180 km uzunluk ve 85 km genişlikte ki tahminen 20 bin km metre karelik bir alanı kapssıyordu. Koçgirili daha da geniş alana çoktan yayılmış ve yerleşik hayata geçmişti.
Koçgiri coğrafyasının dışında kalan Andırın, Develi, Göksun, Sarız ve Tufanbeyli’nin Koçgirili köyleri isyanı haftalarca hatta aylarca sonra öğrenebilmişlerdi. O bölge karışıktır diyerek, yakınlarını ziyarete gidenlerin sayısından bir azalma olmuştu. Düzenli ziyarete gidenler ise, Devletten çekindikleri için yıllarca oradaki yakınlarına uğramamışlardı. Dersim bölgesinde yaşayan Koçgiri halkı ise isyanın karargah ve destek görevine hazır olduğunu bildiriyordu.
Halk hareketi başladığında Koçgiri halkının yerleşik hayat sürdürdüğü ilçe ve iller arasından Göksun (K.Maraş) bölgesindeki Koçgiri yerleşim alanları özet olarak şöyledi:
19.yüzyılın sonlarına doğru Koçgiri bölgesi olan İmranlı ve Zara’nın köylerinden göç edip K.Maraş’ın Göksun ilçesine bağlı köylerine yerleşenler, 16 köy ve mezrada yaşamaktadır.Bunlar, Alıçlıbucak (Kömürsuyu), Akboyun, Armutlu, Acıelma, Fatmakuyu, Göynük, Hodaş, İricek, Keklikoluk, K.Çamurlu (Küçükmezdek), Kutuköyü, Kırık Kilise, Sırmalı, Sırapınar, Yeşilköy , Taşkesen, Eşeksırtı, Sülüklügöl ve Yonoluk isimli köylerdir. Göynük ve Fatmakuyu köyleri Şadili aşiretinden Kürtlerin yerleştiği, diğer köylere ise Laçinan, Resulan, Gernian, Halilan, Safıkan, Cefikan, Pervizian, İban, Zerıkian, Balikan ve Zerikian gibi Koçgiri kabileleri yerleştiler
19. YÜZYILDA KOÇGİRİ SÜRGÜNLERİ
Kürtler, kendi toprakları da dahil, komşu ülke ve kıtalara sürgüne gönderilme veya göçe zorlanmada Ortadoğu ve Mezapotamya’nın en başta gelen halkıdır! Kürt göçü veya Kürt sürgünlerini yazmak tek başına bir kitap ve araştırma konusudur. Kürtlerin tarihi, sürgün ve zorunlu göçlerle doludur. 1139’da Horasan’dan Dersim’e ve 1539’da Dersim’den bugünkü Koçgiri (Sivas)’ye yapılan büyük göçlerin dışında da önemli sürgün ve göçlere maruz kaldılar.
Koçgiri halkı, 1800’lı yılların başlarından itibaren, güneye ve batıya sürgünlere gönderildiler. Batıya ve iç anadoluya gönderilenler, aradan 200 yıl geçtikten sonra, neredeyse herşeylerini unutmaya başlamışlardır. Sarız, Develi, Göksun, Andırın, Tufanbeyli, Çorum, Kütahya ve Eskişehir’e yapılan Koçgiri sürgünü ve göçlerinin her biri birer araştırma ayrıca bir kitap konusudur. Çünkü, 19. yüzyılda güneye yerleşerek 40 dolayında yeni köy kuran, Koçgirililerin hemen hepsi sürgüne uğramıştır. Önemli bir kesimi büyük Alişan Beyin veya oğlu Mustafa Paşanın gazabına uğradı.
Bugün, Kütahya, Eskişehir ve Çorum’da yaşayan Koçgirilileri tanımak veya bulabilmek çok büyük çaba gerektirmektedir. Ancak, biz örnek olması açısından daha önce hiçbir yazıtta yer almamış bir sürgünü veya göçü burada anlatmaya çalışacağız. Güneye göç eden Koçgiri kabileleri hakkında genel bir bilgi olması açısından, oldukça önemlidir.
GÜNEY GÖÇÜ YA DA SÜRGÜNÜ:
19. yüzyılın ortalarından itibaren Koçgiri aşiretinin yerleşim alanı olan Zara, İmranlı ve Refahiye bölgelerinden göç eden ya da göçe zorlanan bazı kabileler güneye yerleşirler. Binboğa dağının eteklerine veya çevresinde yeni köyler kurarlar.
1876-1877 yıllarında Erzurum’da Ruslarla savaşa giren Osmanlı büyük yenilgi yaşar. Savaş, Erzincan ve Koçgiri’ye kadar yayılır. Alişan Bey Osmanlı ile arası yine iyidir. Gençler askere çağrılır, eğer arkasında Alişan bey yoksa zorla tutulup götürülürdü. Ruslarla harp hazırlıkları vardı ve Osmanlı, Koçgiride aşiret ağalarına dayanarak asker, gıda ve diğer savaş ihtiyaçlarını toplayıp doğudaki savaşa sevk ediyordu. Osmanlı zulmü her yerdeydi. Halk perişan ve çaresizdi. Halkın bütün yaşamı, Alişan beyin iki dudağı arasındaydı. Alişan Bey, Osmanlıyı zaman zaman kendi aşiretine tercih edebiliyordu. Aşireti zulüm altında, yeni kıtlıklar ve savaşlar kapıdaydı. Alişan bey’in yerleşim alanı, Binam’ın arka yamacındaydı.
Binam yaylasında, 6 kardeşten oluşan Laçinan kabilesi yaşıyordu. Dağın eteğine doğru akan bir derenin, kenarındaki büyük söğüt ağacının altında dışarı fışkıran su bulunmaktaydı. Suyun üzerinde 1549 yılında gelip yerleşenler Laçinan kabilesiydi.
Kabilenin, en büyük kardeşlerinden Mustafa’nın bir oğlu dünyaya gelir. Mulla isimli çocuk, henüz küçük yaşta babasını kaybeder. Annesi ise, amcası Kasım’la evlenir. Ancak kardeşlerden Topal İbo, Mulla’nın annesiyle evlenmeye niyetlenir. Kasım büyük olduğu için Kasım’ın evlenmesi uygun görülür.
Koçgiri kabilelerinde bir gelenekti, dul kalan genç gelin dışarıya verilmezdi. Mulla artık yetimdir. Annesi, her onu gördüğünde Qıcıkemın Qıcıkımın (Küçüğüm Küçüğüm) diyerek alır kucağına severdi. Topal İbo ise yengesiyle, yani Mulla’nın annesiyle evlenemediği için o günden sonra evlenmeme yemini etmişti. Mademki ben onunla evlenemedim, banada bu dünyada evlilik haram olsun der, ve Mulla’nın kendisine evlatlık olarak verilmesini talep eder. Topal İbo’nun bu talebi yerinde bulunur ve Mulla artık İbo’nun evlatlığıdır. Koçgiri’de akraba evlilği çok yaygındır ve aşirettin geleneği gereği, neredeyse dışarıya kız alıp verme yadırganırdı. Böylece, Mullanın adı artık Qıcık olmuştu.
1876 yılıydı her tarafta savaş ve yokluk yaşanıyordu. İmraniye’ye bağlı Azger köyünde bir çocuk dünyaya gelir. Çocuğa Mulla Kıcık’ın ölen dedesinin ismi verilir, yani çocuğa Alişer adı verildi. Alişer’in babası, Musa, Laçinan kabilesini çok sever, herzaman sıcak ve dostane ilişkileri vardı. Musa, sünnet düğünü yapılacak olan Mulla Kucur’un dedesinin ismini, yeni doğan oğluna vermişti. Musa, o gün bu çocuğun büyüyüp, bir gün büyük Alişan Bey’in oğlu Mustafa Paşaya katip olacağını bilemezdi. Fırtınalı yılların halk kahramanı, şair ve siyaset adamı olacağınıda bilemezdi.
Mulla Kucur, amcasının yanında ve annesiyle birlikte oldu. Büyük ailenin tek oğludur, sünnet yapılıp dinsel inançlara göre ‘erkekliğine’ kavuşması gerekiyordu. Bu nedenle, Laçinan kabilesine iyi bir düğün yakışırdı.
Aşiretin geleneklerine göre çocuğa bir kirve lazımdı. Daha ileriki köylerde yaşayan Mala Mısayban, bu işe en uygun aileydi. Dürüst, temiz ve saygın insanlardı. Bunlara yapılan kirvelik teklifi hemen kabul edilir. Binam’da düğün töreni başladı. Bir hafta boyunca çifte davullarla düğün şenliği kurulur. Oyunlar, halaylar, yemek ve eğlenceler devam eder.
Düğünün ikinci günü, dağın öte yüzündeki Alişan Bey, kulağında davul sesi yankılanıyordu. Oğlu Mustafa’yı yanına çağırır. Mustafa’ya ‘Oğlum davul sesi geliyor, kimdir, nereden geliyor bu ses’ diye sorar. Mustafa ise, ‘Baba Binam’da geliyor, Laçinan kabilesi sünnet düğünü yapıyor’ der. Alişan Bey, bozulduğunu yüz ifadelerinden belli eder, ‘peki kirveleri kimdir’ der. Oğlu Mustafa ise, Mala Mısayban (Sadıçların evi) diyerek yanıt verir. Alişan Bey düşünceye dalar, canı sıkılır ve evin içerisinde gidip gelir. Bu olaya çok bozulan Alişan Bey, Laçinanlara karşı değişik senaryolar geliştirir. Kendi kendine, “ben bu aşiretin lideriyim, bana kirvelik teklifi yapmıyorlarda, Mala Mıseyban’ları kirve yapmışlar” şeklinde mırıldanıyordu. Mala Mıseyban da kimdir?... Bu Laçinanlar çok ileri gittiler, ne büyük dinliyorlar, ne ağa, ne Bey ne de Paşa...Benden habersiz, Koçgiri’de kuş uçmaz, bunlar kirvelik teklifi yapmadıkları gibi, düğüne dahi davet etmediler. Bunların hakkında gelmeliyim, yoksa benim hükümdarlığım ve hanedanlığım elden gider...
Akşam oğlu Mustafa’ya, Laçinanların davarındaki altı tane büyük Kangal köpeğinin zehirleyip, öldürülmesi talimatını verir. Mustafa babası Alişan Bey’in talimatını gizli bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlar. Verilen zehirli yiyeceklerle köpekler öldürülür. Laçinanlar, düğün ve eğlenceye devam etmektedirler. Davulcunun her tokmağa vuruşu Alişan beyin beynine inen bir darbe gibiydi. Düğün bir gün sonra sona erecekti. Bir gece öncesinden Laçinanlara ait 4 ot hayması ateşe verilmişdi. Bütün Laçinan kabilesinin fertleri köpeklerin öldürülmesinin nedenini ve ardındakileri araştırmaya çalışırken, bu kez de ot haymaları yakılmıştı. Herkes, helke ve kovalarla su çekip yangını söndürmeye çalıştı. Ailenin tüm fertleri uykusuz sabahladılar. Tehlikenin büyüklüğünü fark etmişlerdi. Önce köpekleri, sonra kış için hazırladıkları ot haymaları yakılmıştı. Bu kez evlerimizi yakacaklar korkusu başlamıştı. Sabaha kadar köyün etrafında nöbetler tutuldu. Çevredeki Koçgirinin diğer aşiretleri Binam’a gelerek Laçinanlara destek oldu.
Yapılan araştırma ve soruşturmalarda varılan sonuca göre, Alişan Bey’in bu kötülüğü yaptığı anlaşıldı. Alişan beyin zalimliğinin herkes tarafından kabul edilmesi, gelecekleri içinde tehlike sinyaliydi. O güne kadar Laçinanların yaylada hayvan otlatma ve benzeri küçük tartışmaların dışında, Alişan Beyle hiç bir husumetleri olmamıştı. Çevredeki diğer köylerin Laçinanlara sevgi ve saygısı vardı. Laçin aşireti kendi halinde bir kabileydi, kimseye dokunmuyor ve zarar vermiyordu. Tek uğraşları hayvancılıktı, ayrıca kışlık yiyecekleri için küçük çapta tarımcılıktı. Ertesi gün çifte davul ve zurna eşliğinde düğün devam etti. Öğlen olduğunda Laçinan konağının önü tıklım tıklım insan doludur. Kirve yerini alır, sünnetçi Mulla’yı sünnet eder.
Yaz ayının son günleri yaşanıyordu. Sonbaharın eli kulağındaydı! Düğün sonrası, kabile, bir araya gelerek, durum değerlendirmesi yapar. Kardeşler arasında süren tartışma, bir kaç gün sürer. Bundan böyle burada yaşayacaksak, ya Alişan Beyle dişe diş bir kavga başlatmalı, yada onun şerinden uzaklaşıp gitmek gerekmektedir. Alişan Bey’e, anladığı dilden cevap vermek olayları daha da çıkmaza sürüklerdi. Olaylar daha da büyüyecekti. Koçgiri aşireti içerisinden, Alişan Bey’den sonra en zengin aileydi Laçinler. Laçinan kabilesinin karşısında, hükümet veya devlet güçleri yoktu, zaten Osmanlı ile fazla bir alışverişleride yoktu, kendi hallerinde yaşayan bir kabileydi.
Yapılan tartışmalardan sonra kardeşler ikiye bölündü. Üç kardeş kalmaktan yana, diğer kardeşler ise göç edip güneye gitmeye karar verdi. Sünnet’ten sonra delikanlı olamayı hak kazanan Mulla’ya, artık Mulla Kucur deniliyordu. Mulla Kucur, amcaları Topal ibo ve Kasım’la birlikte doğduğu bu diyarı terk etmeye hazırlanıyordu. Binam yayalasında yaşayan Abbaso, Mamo çavuş ve Gonco’ları bir ayrılık rüzgarı sardı. Binam yaylasında kalan kardeşler, daha sonra Deşta Çiteye veda edip Toptaş ( Kürt Şıhlı) köyüne yerleştiler. Kazım Gül (1933)’ ün babası İsmail ağa’nın Toptaş’a ilk yerleşen kişi olduğu söyleniyor. Kazım Gül, hakiki Laçin kabilesi biziz diyor. Koçgiride kalanlar, bugün isimleri Hasköy, Toptaş, Demirtaş, Kör Hemo köylerine yerleştiler. Halen, İmraniye’de 6-7 Laçinan köyü olduğu belirtilmektedir. ( Daha fazla bilgi için Laçinan kabilesi bölümüne bakınız.)
Torosların Kuzey Yamaçlarında Yeni Bir Koçgiri Bölgesi
Alişan bey ve Osmanlı’nın baskı ve eziyetlerinden kaçan Koçgiri aşireti, güneydeki Develi, Göksun, Sarız ve Tufanbeyli ilçelerinde, yeni 40 civarında köy kurarak, ikinci bir Koçgiri alanı yaratmışlardı. Güney dediğimiz bölge, Sarız, Göksun, Develi ve Tufanbeyli’dir. Bu yeni yerleşimden sonra, Koçgiriden buralara daha iyi bir yaşam için, gelen tek tek kabilelere rastlanmaktadır. Bu göçle, Sefikan, Laçinan, Perwizian, Resulan, Gerniyan, Qalilan, Mıstıkan, Cafikan ve Kureyşan gibi Koçgiri kabilelerinin bir bölümü güneye yerleşti.
Laçinan aşireti, en değişik ve dağınık Koçgiri kabilelerinden birisidir. Laçin, İran’ın Horasan bölgesinde ve Azerbaycan’da Kafkas Kartalı anlamına gelmektedir. Laçin’in, Yiğit ve şahıs anlamlarını taşıdığı da ifade ediliyor. Kürt Koçgiri aşiretinden olan Laçinanların, Kürtçenin Kurmanci lehçesini konuştukları biliniyor. Halen Dersimin Ovacık, Nazimiye ve Hozat yöresinde yaşayanları bulunmaktadır. Hozat ve Ovacık’a bağlı Aktuluk, Kopuzlar, Yancalı, Buzlutepe, Kızılkilise, Çalbaşı, Bilekli, Keleş ve Sarıoğlan isimli köy ve mezralarda yaşayan Laçinan kabilesinin Koçgiri aşiretinden oldukları varsayılmaktadır. Aşiretin yaşlıları bazı aile üyelerinin Dersim’i terk ettiklerinde Nazimiye’de kaldıklarını öne sürmektedirler.
Eskişehir, Çorum ve Kastamonu’nun Devrekani ilçesinde, Laçin adıyla köylerin olduğu ileri sürülmektedir. Bugün köy isimlerinin değiştirildiği tahmin edilebilir. Bu köylerdeki, Laçinanları araştırma durumumuz olmadığı için çok fazla bilgi sahibi olamıyoruz. 1970 nüfus sayımında İmranlı’daki Laçinan sayısının, sadece Demirtaş köyünde 600 kişi olduğu devletin resmi arşivinde kayıtlıdır. İmranlı’da ki kabilenin ileri gelenin ise, Dursun Demirtaş olduğu devletin 1960’lardaki resmi kayıtlarında belirtilmektedir. 1930 nüfus kayıtlarına göre Dersim’deki Laçinanların hane sayısı 78’dir. Aynı dönemde, İmranlı’da altı köyde ve Göksun’da da bir köyde iskan oldukları bilinmektedir. Türkiye’nin batısına giden sürgünleri saymazsak, aynı dönemde bu iki ilçedeki Laçinan hanesinin yaklaşık 200 olduğu varsayılıyor.
Koçgiri halk ayaklanmasında kendi güçleri oranında isyana destek verdiler. Eski adı İN olan Demirtaş köyünün yaslandığı tepenin altı eski bir sığınaktır. Cumhuriyet döneminde ismi değiştirilen Demirtaş’ı herkes İN olarak bilmekteydi. İsmini, adı geçen yeraltı barınağında almaktadır. Sığınağın, bugün girişi çökmüş durumdadır. Ancak Koçgiri ayaklanmasında takriben 800 silahlı Kürt savaşçısına barınak görevi yaptığı belirtiliyor.
Koçgiri halk ayaklanmasının önderi Alişer’in, eşi Zarife ile birlikte konuk olduğu Demirtaş ve Toptaş (Şıhlı) köylerinde örgütlenme çalışması yürüttüğü, başlayacak olan ayaklanmaya destek istediği söyleniyor. Alişan beyin zülmunden eziyet çeken kabile, Alişer Efendiye saygı duyan ve onun öncülüğünü benimseyen durumdaydı. Demirtaş’taki bu sığınağın, isyan sırasında çok sayıda Koçgiriliyi kurtardığı söyleniyor.
İmraniye’ye 20 km mesafedeki Binam yaylasında, 1876 yılında dağılan altı kardeşten oluşan Laçin kardeşlerden üçü Göksun’un Alıçlıbucak (Kömürsuyu) köyünü kurarlarken, diğer üç kardeş ve akrabaları Binam yaylasının eteklerindeki 6-7 köye yerleşirler. Toptaş’ta görüştüğümüz 81 yaşındaki Kazım Gül ve Hüseyin Gezer, Toptaş’ın kuruluş tarihinin 525 yıl olduğunu belirtmişlerdir. Ancak yaptığımız daha geniş araştırmalara göre adı geçen köyün tarihi 465’dır. Kazım Gül’le sohbetimizde hakiki Laçinin kendileri olduğunu sık sık belirtiyor.
Kutsal Mağarada Bir Çocuk ve Kara Veli Bilmecesi
Kazım Gül’den söz açmışken, bir olayı burada aydınlatmakta yarar var. Daha doğrusu bir anının nasıl gün ışığına çıktığını göreceğiz. Koçgiri isyanın yaşandığı yıllarda (tahminen 1915’lerde) Göksun’un Alıçlıbucak (Kömürsuyu) köyünde, Mulla Kucur’un evinin arkasında bulunan küçük bir mağaranın içerisinde henüz bir yaşında bir erkek çocuğu bulunur. Bu mağaranın o günden önce de bugün de ziyaret olduğuna inanılır. Bu çocuğu bulan Mulla Kucur, kutsal mağarada bulunmasını da hesaba katarak, çocuğu kendi evine alır ve büyütür. Çocuk, Mulla Kucur ailesinin bir ferdi gibi büyüdükten sonra evlendirilir, kendisine bir ev ve tarla bağışlanır. Veli ismindeki genç, esmer olduğundan, Kara Veli lakabıyla anılır.
Kara Veli, Sefo isminde bir kızla evlendikten sonra iki kız çocuğu dünyaya gelir. Fatma ve Keziban isimli kızlarının evli ve halen hayatta olduklarını öğrendim. Fatma, Adana’da, Keziban ise Sarız’ın Sancakağıl (Gund Dursun) köyündeymiş. Kara Veli, yaşamı boyunca Mulla Kucur’un su değirmeninde çalışır, buradan elde ettiği gelirle yaşamını sürdüren, sessiz, dürüst ve saygın bir insan olarak kalmıştır hayatta. Herkes onu Laçini olarak bilirdi. 1970’li yılların sonlarında yaşama veda ettikten sonra, köyde hiç kimsesi kalmaz. Kızları evlenip uzak yerlere gitmişlerdir.
Kara Veli’nin kim olduğu, yakınları ve nasıl bu köye geldiği konusunda hiç bir bilgi yoktur. 1990’lı yıllarda Londra’da yaşayan yaşlı bir Ermeni, Kara Veli’nin aslında Ermeni olduğunu söyler. 1915’deki Ermeni katliamında bazı çocuklarını bırakıp kaçtıklarını ve o günlerde de Kömürsuyu köyünde bir erkek çocuğu bırakıp katliamdan kaçtıklarını anlatır. Adı geçen köyde de Ermenilere ait bulgu ve mezarlara rastlamak mümkün. Bu olayı anlatan adam 90-95 yaşlarında, Türkçe’yi rahat konuşan, adı geçen köyü ve bölgeyi iyi bilen birisidir. Böylece Kara Veli’nin Ermeni olduğu iddiası ortaya atılır.
Fakat bu iddia bir süre sonra İmranlı’nın Şıhlı köyüne yaptığımız ziyaret sonucunda geçerliliğini kaybetmiştir. Kara Veli’nin kızının bir, iki sene önce gelip yakınlarını burada bulduğuna tanık olduk. Yukarıda sohbet ettiğimizi belirttiğimiz Kazım Gül, Kara Veli’nin öz amca oğludur. Kara Veli olayı burada tam olmasa da bir nevi çözüme kavuşurken, Kara Veli’nin nasıl ve kimler tarafından o mağara’ya bırakıldığı karanlıkta kalmaya devam etmektedir. Bu konuda kesin bir sonuca varmak mümkün değildir.
Laçinan
Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleymanın 1539 yılında çıkardığı bir kararla ile Dersim’de ki Koçgiri aşireti Zara ve İmraniye bölgesine yerleştirildiklerini daha önce yazmıştık. Göksun’un Alıçlıbucak köyüne yerleşen Topal İbo ( Ape ibe), Kasım ve Mehmet çavuş isimli üç kardeşin ataları, 400 yıl Dersim’de, 336 yıl ise İmranlı’nin Binam yaylasında yaşadılar. Abbaso ve Mamo çavuş isimli kardeşler ise bölgede kalıp Toptaş (Kürt Şıhlı) köyünü Türklerden satın alarak buraya yerleştiler. Laçinan’ın Refahiye’nin bazı köylerinde yaşadıklarıda belirtilmekle birlikte, Dersim’in değişik yerleşim alanlarından oldukları belirtilmektedir. Bu konuda araştırmacılar ve tarihçilerin günümze aktardığı bir bilgi bulunmamaktadır. Devletin resmi belgelerine zaten rastlanmamaktadır. En ilginci ise, Ermenistan’ın başkenti Erivan’ın Laçin isimli bölgesinin bugün özerk otonom Kürt bölgesi olmasıdır. Ermenistan’da yaşayan Laçin Kürtlerinin, 1071’deki Alparslan’ın Malazgirt çıkartması sonrası geri kaçtıkları sanılıyor. Bir başka iddia ise, Horasan’dan göç edip, Dersim’e yerleşen Şeyh Hasanlar’dan kopup geri döndükleridir. Bir başka olasılık ise, güney batı Horasan’ı hiç terk etmedikleridir.
KÖMÜRSUYU KÖYÜ’NÜN KURULMASINA DOĞRU GÖÇ
1876 yılının sonbaharıydı. Osmanlı savaşta, köylerden asker toplar. Gençleri askere alırlarken, ailelerden de hayvanlarını vermelerini, yiyecek tedarik etmelerini istiyorlardı. Büyük Alişan Bey aşiretin ağasıdır. Osmanlı ile aşiret arasındaki ilişkiyi kendisine görev edinmiştir. Bütün yollar önce Alişan Beye sonrada Osmanlıya çıkıyordu. Koçgiri’de yaşam artık dayanılmaz hal almıştı. Kaçan kurtulur bu zülümden diye bir söz vardır. Şimdi bu sözü yerine getirmenin zamanıdır.
Binam yaylasındaki göç başlar. Topal ibo, Kasım ve Mehmet çavuş isimli kardeşler, yanlarına Qalilan kabilesinden Keleş, Balikan kabilesinden Alişir, Destine ve isimini çıkaramadığımız diğer 1 Aileyi aldıktan sonra, Koçgiri’yi terk edip, güneye doğru hareket ettiler. Daha önceki yıllarda da Alişan Bey ve Osmanlı zulmünden kaçarak, güneye, Sarız, Develi (Kayseri), Tufanbeyli (Adana) ve Göksun (K.Maraş) bölgesine taşınanlar olmuştur. Sarız’ın Ördekli ve Göksun’un Keklikoluk (Hırsızmağara) köylerini, birkaç yıl önce Koçgiri’den göçenler kurmuştu.
Kalan akraba ve yakınlar toplanmış, Göksun’a gidecek ailenin diğer yarısını yolcu etmek için hazırlanmışlardı. Birbirlerine sarılmalar, ağlaşma ve ağıtlar Binem’i delip Kızıldağ’a ulaşmıştı. Alişan Bey ise, durumdan çok memnun, artık efendiliği ve ağalığı da tartışılmaz hale gelmişti. Akrabaydılar, yakın dostlukları vardı, ancak son olaylar artık dayanılmaz durumdaydı. Ya kalıp boyun eğmek veya çatışmak gerekiyordu ya da lanet olsun Alişan Bey’in şerrine deyip göç etmek gerekiyordu. Karar verilmişti. Göç...göç, güneye göç edilecekti.
Şimdi, 227 yıl yaşadıkları Koçgiri’yi terk etme zamanıydı. Yanlarında 550 civarında keçi, 40 kadar inek, 8 öküz ve 12 at ve yük taşıyan eşekler. Yola çıkan göç, savaş ve vahşetten kaçan bir kabileyi andırıyordu. Tıpkı 1539’da Dersim’den geldikleri, daha da gerilere gidersek, Horasan’dan Dersim’e başlattıkları büyük göçtü. Büyük göçlere alışkındı Koçgirililer, zaten aşiretin ismi de bu göçlerden geliyordu.
Hayvanların boğazlarında asılı zil sesleri bir orkestranın çok sesli müziğini andırıyordu. Günlerce süren yolculuktn sonra, Koçgirinin küskünleri, hayvanları, Kangal’ı geçip Gürün sınırlarındaydı. Topal İbo, daha önce de bu yollardan geçmişti, o yüzden yolun yabancısı değillerdi. Bozhüyük köyüne geldiklerinde, kış dahada sertleşmişti. Bozhüyük yakınlarında yakalandıkları soğuk ve yağışlı kış, geçit vermemekte kararlı görünüyordu. Gidecekleri hedefin, daha yarısına gelebilmişlerdi. O kışı, Bozhüyük’te konaklamaya karar verdiler.
Bozhüyük köylüleri yardımcı oluyor, hayvanlar için ahır ve konaklamaları için evler ayarlamaya çalışırlar. Ancak herşey çok zor ve imkanları kısıtlıdır. Davetsiz misafire, barınak sağlamak iklim engeline takılıyordu. Yeterli miktarda ev ve ahırları bulunmadığı gibi, yanlarında bu kadar hayvana verecek yedek yemde bulunmamaktaydı. Kış çetin geçiyordu kar kalınlığı zaman zaman bir metreye ulaşmıştı. O kışı, Bozhüyük’te geçirmeleri çok sayıda hayvanın açlıktan ölmesine, hastalıktan telef olmasına neden olmuştu.
Mehmet Çavuş, Kasım ve Topal İbo’nun kız kardeşleri Sırme (Sırma)’yi de o köyden birileri isteyip durmaktadır. Sırme’ye evlenip, evlenmeyeceği sorulur. Sırme, her Koçgirili kızı gibi, siz bilirsiniz yanıtı verir. Sen yada siz bilirsiniz yanıtı kızdan alındımı, kızın evlenmek istediği anlaşılırdı. O güne kadar yabancı bir aşirete kız alıp verme olmamıştı. Sırma, artık Bozhüyük’lüdür. Daha sonraları Sırme’den, Mehmet Ali ve Senem isimli çocuklar olur, Antep’e göçerler ve aynı yerdede ölürler.
Sırme’nin ağabeyleri Topal İbo, Kasım, Mehmet çavuş ve diğer komşuları ilk baharda tekrar yola çıkarlar. Binam’den ayrıldıkları gibi değiller artık, hayvanların bir bölümü telef olmuş, açlık ve hastalık, hayvanlara büyük zarar vermiş, kız kardeşleri misafir oldukları köye gelin gitmişti. Göç Sarız’ı geçip Ördekli’ye uğrar. Mehmet Mirza ve Ali Bey’in (soyadları Binboğa ve Vural’dır) babaları aile dostudur bir selam verilmeliydi. Ördeklilerde daha önceleri Koçgiri’den göçüp gelmişlerdi. Bir günlüğüne Ördekli’ye misafir oldukları anlatılmaktadır. Ördekli, Pervizi aşiretindedir ve daha önce İmraniye-Zara bölgesinde göç edip buraya konmuşlardı. Bugün soy isimleri Binboğa olan aile köyün ağası durumundadır. Bir zamanların hafif müzik sanatçısı Ali Rıza Binboğa’nın dedeleridir. Şimdi bazıları köyde olmakla birlikte ailenin çoğunluğu Kayseri şehir merkezindedir. İpek isimli şehirlerarası otobüs taşımacılığı firmasının sahibidirler.
Kömürsuyu Köyü’nün Satın Alınışı (Eski Ermeni Köyünden Yeni Kürt Köyüne)
Ertesi gün, Laçinan göçü tekrar yola çıkar bu kez hedef Keklikoluk köyüdür. Keklikoluk’ta ise bir gece Hasan Efendi’nin babası Mulla Bey’e misafir olurlar. Hasan Demir yörede daha eskidir ve yeni göç eden aşiretine yardımcı olur. Göksun ilçesinin bugünkü hastane, yolçatı ve otobüs terminalinin bulunduğu araziyi para karşılığında satın alırlar.
Bir süre burada konakladıktan sonra, Laçinanlar devletten uzak yaşamayı tercih ederler. Soğuk su ve dağ eteklerine yerleşmeye karar verirler. Çünkü, tek anladıkları iş hayvancılıktır, onuda Göksun ovasında yapamazlardı. Üstelik Göksun macir ve bir Türk ilçesiydi. Yaşamları, şehir ve devlet aygıtından hep uzak olmuştu. Göksun kararından vazgeçip 7 km kuzeydeki binboğa dağlarının güney eteklerine göç ederler.
Eski adı Kömürsuyu olan, köyde daha önce Ermeni’ler yaşamıştı ve bu köy o zaman satılıktı. Bu yeri gidip gezdikten sonra beğenirler, parayı basıp burayı satın alırlar. Köyün ortasında geçen ırmak’ın ismi Kömürsuyu’dur, Göksun’a akıp gider. Göksun’da Törbüzek suyu ile birleşip Elbistan önlerinde Ceyhan nehiri olup Çukurova’ya kadar akmaktadır. Kömürsuyu, binboğa dağlarından süzülüp gelmektedir.
Gülali Özgürsoy (88), evlerinin temelini kazıdıklarında, bugün ziyaret denilen mağara’nın önünde ve yeraltında, tahminen 50 metre uzunluğunda bir demir-çelik boru gördüklerini söylüyor. Kanalizasyon borusunu andıran borunun ne işe yaradığı ise bilinmiyor. Köyde bir süre önce Ermeni’lere ait mezarlarda, insan iskeleti çıktığı, tarihi eser, taş ve nişan gibi eski kalıntıların bulunduğu anlatılmaktadır.
Kayseri’den, güneydoğu ve doğu’ya giden Bizans döneminde yapılmış bir eski yol bulunuyor. Bu yolun ticaret için kullanıldığı ve Antep, Adana, Urfa, Şam, Halep ve Bağdat’a kadar gittiği söylenmektedir.
Alıçlıbucak (Kömürsuyu) köyüne yerleşenlerin sayısı, 1970’e kadar 80 haneyi bulmuştu. Köyün nüfusu 785 ve o dönemde ilkokula giden öğrenci sayısının 125 olduğu, okulun kayıtlarından mevcuttur. Bugün Alıçlıbucak’ta en fazla 40 hane ve genellikle yaşlılar bulunmaktadır. Alıçlıbucaklıların, 60 hanesi Kayseri’de, 58 hanesi Almanya, 48 hanesi İngiltere, 7 hane Fransa, 8 hane Ankara, 13 hane Mersin, 7 hane Adana, 2 hane İzmir ve tek tek birkaç değişik şehirde yaşadıkları anlatılmaktadır.
Alıçlıbucak’ta yapılan Cem ve Kültür evi Göksun, Sarız, Develi, Tufanbeyli, Afşin ve Elbistan’da ki, Alevi köyleri içerisinde örnek gösteriliyor. Bu köyün, bölgedeki en güzel Koçgiri kürt köyü olduğuda rivayet edilmektedir. Aslen İmranlılı olan Hüseyin Gezer, Adana’ya yerleştiğini, fakat eğer bu köyde yer bulabilirsem, buraya yerleşmeyi düşündüğünü, “bana göre asıl Koçgiri burasıdır” diyor. Güzelliği sanırım karşısındaki ormanlarda, köyün içerisinde geçen ırmak, yeşil alanları ve doğasıdır. Ayrıca şehir merkezine 5-6 km uzaklıkta, yol, su, elektrik ve telefon gibi ihtiyaçları karşılanmış durumdadır. Yurtdışında yaşayanları, köy mezarlığını duvarla çevirmiş, köye bir Cem Evi inşa etmişler. Irmağın üzerindeki 120 yıllık ağaç köprü, bir kaç yıl önce ortadan kaldırılarak, yerine modern ve betonarma bir köprü kurulduğunu gördük. Alıçlıbucak’ı kuran Laçinanların dışında bugün köyde Halilian, Gernian, Mıstıkan, ve Cefikan gibi Koçgiri kabileleri de oturmaktadır.
Köydeki yaşlılara göre, Gernian ve Mıstıkanların köye en son gelip yerleşenlerdir. Laçinanlar ise soy isim zorunluluğu yasasıyla, Bozoğlu soy ismini alırlar. Koçgiride iken dedelerine bozolar denildiği söyleniyor. İmraniye’ye geldiklerinde bu kabileye Mala Bozan (Boz’lar) da deniliyormuş. Kömürsuyu’ndaki Laçinanların soyadları Bozoğlu’dur. Bir süre sonra, Bozoğlu soyismini Özgürsoy, Boz, Bozoğlan ve Laçin şeklinde değiştirenleri de oldu.
1960 askeri darbesindei soyadı Bozoğlu olan bir subay, ordudan atılır. Daha sonra Bozoğlu soyadı, devletin şimşeklerini fazla çekmesin inancıyla, değiştirilerek Özgürsoy yapıldı. Gülali Özgürsoy’un bu değişikliğinden sonra, diğer üç ağabeyide Bozoğlu soyadını, Boz, Bozoğlan şeklinde değiştirdikleri söyleniyor. Bir başka iddiaya göre ise, Mehmet Ali Bozoğlu ile aynı soyadı taşımaktan çekindikleri için değişikliğe gittikleri yönündedir. Ancak, Gülali Özgürsoy, “o dönemde öyle gerekiyordu ve değiştirdik” diyor. Cumhuriyet döneminde, Şahin, Küçükkaya, Yiğit, Öztürk soyismini alan Laçinan kabileside bulunmaktadır. Diğer kabilelerde ise Koç, Çam, Dursun, Taşçı, Bıçkıcı, Korkmaz, Dönmez, Sümbül, Küçük, Küçükdoğan, Şahpaz, Kemikli, Demir, Gülmez, ve Yıldırım gibi soyisimleri taşırlar.
Köyün kuruluşundan sonra Koçgiri’de yakınlarını köye getirtip yerleştirenler oldu böylece köyün nüfusu çoğalıyordu. İmraniye’nin Binam yaylasında göçen Alişir’in çocukları Topal İbo, Kasım, Mehmet Çavuş ve orada kalıp yakın köylere yerleşen Abbaso ve Mahmut Çavuş’dur. Mulla Kucur’un gerçek babası ve bu kardeşlerin en büyüğü Mustafa ise Binam’de genç yaşta ölmüştü. Ape İbe denilen Topal İbo 1882’de Kömürsuyu köyünde öldükten bir süre sonra ise, kardeşi Kasım öldü. Köyde, Mull Kucur artık herşeyin sahibidir, kardeşi İzzet ile köyün içerisinde evlerinin yanı sıra Gom (Ahıl) dedikleri dağın eteğinde çiftlik ve evleri vardı. Mulla Kucur babası Mustafa, amcası Topal İbo ve üvey babası Kasım’dan kalan mülkün toplamı, Osmanlı belge ve tapularına göre 930 dönümdür. Kardeşi İzzet’in ise 300 küsür dönüm arazisi mevcut. Ayrıca memleketten köye getirip yerleştirdiği bazı akrabalarına da karşılıksız tarla ve yer vermiştir.
Mulla Kucur (Kıce) Koçgiri’den Gelin Getiriyor
Binam yaylasından ayrılalı yıllar olmuştur, memleketini özler ve herzaman ziyaret etmek isterdi. Göçün nedeni sayılan sünnet düğünü yapılalı yirmi küsür yıl geçmişti. Mulla Kucur, artık genç bir delikanlıydı. Birgün babası (üvey) Mulla Kucur’a Koçgiri’ye gidip yakınlarını ziyaret etmesini söyler. Kasım Ağa’nın amacı oğlunun memlekette bir kız olup evlenmesidir. Mulla Kucur (Kıce) atına binip İmraniye’ye gider. Akraba ve yakınlarını ziyaret eder. Koçgiri’deyken bir gece Hasköy’de bir eve misafir olur. Evde bulunan güzel bir kıza ilgi duyar ve o evden ayrılası gelmez.
Kız çok güzeldir. Ancak Kızın nişanlı olduğunu bilmemektedir. Bir akşam kızın babası, Mulla Kucur’a, bu benim kızımdır, birisiyle sözlüdür, ancak eğer sen beğendiysen ve kızın da gönlü varsa sizi evlendireyim, der. Mulla Kucur, bu teklife çok sıcak bakmaktadır. Kız ile konuşup anlaşır ve evlenmeye karar verirler. Epeyce bir zaman, nerdeyse bir ay olmuştu, Kömürsuyu’dan ayrılalı. Yakınlarını ziyaret edecek, orada kalan tarla ve mülklerini görüp, geri dönecekti. Ne var ki gönül ferman dinlemez. Hanım isimli kızı kendi atına bindirir ve tekrar Göksun’a döner.
Yalnız başına ayrıldığı memlekete şimdi iki kişi olarak dönüyordu. Hasköy’den ayrılmadan önce ise, kızın babasına burada kalan tarla ve mülklerinin kendilerine bıraktığını söyler. Kız da Laçinan kabilesindedir, kardeşi Alişir ve çocukları, o tarla ve mülkün sahibidirler. Koçgiri ayaklanmasından sonra Topal Osman’ın yaktığı iddia edilen, Zara nüfus ve kadastro kayıtlarında bulunan arazi, halen Mulla Kucur’un dedesi Alişir’e ait olduğu belirtliyor. Hatta, Koçgiri’de kalan diğer Laçinanlar, bu mülkün haksız bir şekilde Mulla Kucur tarafından Hasköy’deki Hanım isimli kızın ailesine verildiğini söylemektedirler. Kendilerine, haksızlık yapıldığını ifade etmektedirler.
Kömürsuyunda ki, mezar taşında, Mustafa Mulla Kucur yazılıdır. Mulla Kucur’un Mehmet Ali isminde bir oğlu, Hürü, Zeynep ve Sebir ismiyle kızları dünyaya gelir. Mulla Kucur, Sarız, Göksun, Afşin, Develi ve Tufanbeyli bölgesinde kısa zamanda ün salar ve Koçgiri aşireti içerisinde söz sahibi olur. Koçgirideki, Alişan Bey gibi devleti arkasına alıp aşiretini ezmeye kalkışmaz.
Alişir ve Alişan İsimleri
Koçgiri aşiretinde çok sayıda Alişir ve Alişan isimleri geçmektedir. Bunun, Dersim’den başlayan ve Şeyh Hasanlara kadar uzanan, 800 yıllık tarihsel gelenek olduğuna inanılmaktadır. Ne var ki, bu gelenek, yukarıda anlattığımız bu sürgünle, değişmeye başladı.
Örneğin, Laçinan kabilesi, büyük Alişan Bey’in ve oğlu Mustafa Paşa’nın İmraniye’de ki, eziyetlerinden sonra, yeni doğan hiç bir çocuklarına, Alişan ismini koymadılar. Sadece, İbikan kabilesi, Alişan ismini gelenek olarak sürdürdü. Mulla Kucur, oğluna Develi’de tanınmış, Koçgiri aşiretinden Sultan isimli kızı, oğlu Mehmet Ali’ye istedi.
Koçgiri ayaklanması bastırılmıştı ve Mustafa Kemal, yeni Türk devletinin kuruluşunu ilan ettiği günlerde, Kömürsuyunda Mehmet Ali ile Sultan’ın düğünleri vardı. Keklikoluk’un ileri geleni, Hasan efendi’ye (Hasan Demir) kızı Hürü’yü, Yonoluk köyünün ileri gelenine de, kızı Zeynep ve Göynük köyündeki Şadili aşiretinin ağası, Alişer’e de kızı, Sebir’i vererek bölgede akrabalık ağı kurmuştu.
Eşkıya Alo Efsanesi
İkinci dünya savaşının yoğun olduğu bir günde, yani 1941 yılında öldükten sonra, tek oğlu Mehmet Ali artık herşeyin sahibi oluyordu.
Keklikoluk köyündeki, Hasan Demir’in babası Mulla Hüseyin Efendi, köydeki yoksullara eziyet ettiği bilinmektedir. Bir gün bir tartışmadan dolayı, Alo denilen yetim bir gencin annesi’ni döverek komaya sokar. Bu hareketiyle, Mulla Hüseyin Efendi, yoksul kadının oğlu Alo’nun, dağa çıkıp eşkiya olmasına neden olur.
Tüfeği omuzunda, dağlarda dolaşan Alo, haksızlığa karşı mücadele yürütmeye başlar. Alo, Mulla Hüseyin Efendi’yi gördüğü yerde vuracaktır! Mulla Hüseyin Efendi ise, Alo’nun şerrinden kaçmaya çalışır. Mulla, bir süre Alıçlıbucak’a, kayınbiraderine gidip sığındı. Mulla Kucur’da onu sakladı. Mulla Kucur’dan sonra ise, oğlu M.Ali, Hasan Efendiye akrabalığından dolayı yardımcı olur ve onu saklar.
Alo Alıçlıbucak’a gelip Mulla Hüseyin’in oğlu Hasan Efendi’nin izini arar, ancak vuramaz. Alo, M.Ali Bozoğlu’na saygı duyduğu için dokunamaz. Daha sonra, Hasan Efendi, bir süre Göksun’un içerisinde saklandı ve izini kaybettirmeye çalıştı. Ancak nafile, Alo yemin etmiştir, Hasan Efendiyi gördüğü yerde vuracaktır.
Alo eşkiyanın hayatını anlatan Çepel Dünya isimli kitapta anlatıldığına göre, en sonunda Alo eşkiya, Hasan Efendi’yi bulup, öldürüyordu. Bu, yaşanmış gerçek bir olaydır. Yaşlı insanlar o dönemi anlatıyorlar. Alo Eşkiya, bölgede bir efsanedir. Aşiret ve kabile reisleri, yoksullara “kölelik” uygulaması yapmışlardır. Köylü, önce Ağa’nın işlerini yapmak zorundaydı. Köylü, önce Ağa’nın ekinlerini biçer, tarlasını sular, hayvanlarını yemlerdi. Kısaca, Ağa’nın varolan işleri önceliklydi, daha sonra kendi işlerini yapabiliyorlardı. Aşiret, kabile ve benzeri yaşamın hüküm sürdüğü topluluklarda, bunlar hep yaşanmaktadır. Alo’nun bu başkaldırısı, bölgede ağalara, korku olurkeni yoksul köylülere de bir sevinç ve umut olmuştur.
Köy Nüfusunda Değişikler, Muhtarlık, ve Su Davası
Bu olaydan sonra, Alıçlıbucak köyünün muhtarlığına seçilen Mehmet Ali, uzun süre bu görevde kaldıktan sonra muhtarlığı başkasına kaptırıyor. O güne kadar köyün nüfusu çoğalmış, başka bölgelerden değişik kabileler köye yerleşmişlerdir. Dönemin yaşlıları, sonradan gelip yerleşenlere, Kışlakçılar diyorlar.
Mehmet Ali’ye karşı birlik eden diğer kabileler, Mehmet Ali’yi yenmeyi başarmışlardı. Kardeşleri olmayan ve ailenin tek oğlu olan, Mehmet Ali’den doğan 9 oğlan ve 5 kız imdat’ına yetişmekten geç kalıyorlar. Köye dışardan gelerek yerleşen ve daha sonra da muhtar seçilen Ali Küpeli, 2 km aşağıya Kafkasya’dan yeni getirilen Çerkez köyüne, Mehmet Ali’nin arazilerinde içme suyu vermeye kalkışır. Mehmet Ali gelecekte kendi ailesinin ve köyünün de sussuz kalacağını hesaplayarak bu plana karşı çıkar.
Maddi olarak köyün en varlıklısı olması onu yalnızlıktan kurtarmıyor, amcası İzzet ve çocuklarından da yeterli desteği bulamıyor. Köylü ile başlayan su tartışması, mahkemeye intikal eder. Mehmet Ali, CHP’nin delegesidir, ancak muhtar ve köylüler Demokrat Parti’yi desteklerler.
K.Maraş’ta çıkan yerel bir gazetede öğrendiğimiz kadarıyla, M.Ali 1956 yılında, hukuken su davasını kaybeder. Demokrat Parti iktidarının valisi İbrahim Bey’in köylülerle işbirliği sonucu kaybettiği su davası, 3 yıl sürer ve bu süreçte, M.Ali bütün parasal birikimini bu yolda harcar. 1956 yılında köye gelen devletin icra ve el koyma kurulu, M.Ali’nin evinde bulabildiği herşeyi alıp götürüyor. Gazeteye göre o günün rayiçleriyle 150,000 liralık mal varlığına el konulur. O günden sonra köydeki bazı diğer kabilelerle arasındaki soğukluk giderek artar. M.Ali Bozoğlu’nun bu yenilgisi ve 150 bin lira değerindeki malına el konulması onu yataklara düşürür ve 1960 yılında vefat eder.
Bir Yeni Dönemin Daha Başlangıcı
Köylülerden bazıları Almanya’ya işçi olarak gitmeye başlar. M.Ali’ye karşı devletle işbirliği yaparak kampanya başlatan, Qalilian kabilesinden Rifat Hoca başarı elde eder. O günkü yerel gazeteye demeçler verir. Oysa, Rifat Hoca’nın kabilesini, 20.yüzyılın başlarında, Kırık Kilise ve Yonoluk köylerinden Kömürsuyu’na, Mulla Kucur getirtmiştir. Bulundukları Kırık Kilise ve Yonoluk’ta oldukça yoksulluk çektikleri için, M.Ali’nin babası Mulla Kucur’un vijdanı rahatsızdı. Köye getirmesini sağladıkları kişiler şimdi ona karşı bayrak açmışlardı.
M.Ali’nin hiçbir oğlu, fırsatları olmasına rağmen Almanya’ya gidip işçilik yapmayı kabul etmezler. Köyün ve o çevrenin en varlıklı ailesi, artık mali krize girmişti. Daha önce yanında işçi veya çobanlık yapanlar şimdi Almancı olmuşlardır. M.Ali’yi ağa olarak adlandırırlar. Ancak M.Ali diğer ağalar gibi kendi köylüsüne ve çalışanına zulüm yapmayı uygun görmez. Kendi konağına uğrayan herkes karnını doyurur, ihtiyaçlarını alır gider. İhtiyacı olan yoksullara yardımcı olmaya çalışır.
M.Ali’nin bütün oğulları köy enstitülerinde öğrenim görür ve ortanca çocukları 1970 yılında yüksek okullardan mezun olurlar. Amcası İzzet’in torunları yüksek okullara girer ve eğitimlerini tamamlayarak köyde ve Koçgiri aşiretinde bir değişim çığırı açarlar. Koçgiri artık eski Koçgiri değil, okuyan, öğrenen ve çağın gelişmesine ayak uyduran birer nesil olarak, o coğrafyada, yaşam sürdürürler.
Batı ve güney deki kentlere akın başlar. Köy ve köylülük artık yetersiz geliyordu.Yüzyılların aşiret yaşamı, evrensel ve daha uygar yaşam biçimine dönüşüyordu. Batıl ve dinsel inançlarda giderek yok olma başlıyordu. Zamanla bütün Koçgiri kabileleri aynı anlayışta buluşmaya başlar ve artık Koçgiri yoktur, insan vardır, Kürt vardır, evrensel ve aydın insan vardır.
1960’lı yıllarda Avrupa’ya yöneliş, 1970’in başlarında eğitime yönelik aydınlanmayı da beraberinde getiriyordu. 1968 devrimci kuşağı ile başlayan bilinçlenme, aydınlanma ve yeni ufuklar arayışını 1970’in devrimci kabarışı tamamladı. 1970’lere gelindiğinde artık Baba Mansur ocağında, dinsel olarak Seid (Dedelik) gibi kutsal mevkilerde gelenler dinlenmiyordu. Bunlara aldırış eden yoktu, kapı açıp cıvat (cem) tutan yoktu. Seid’in yıllık maddi ihtiyaçları karşılanmıyordu.
Artık herkes daha fazla özgürlük, daha fazla adalet, daha fazla hak için sokak ve caddelerde buluşuyordu. Devrimci kabarışta, o büyük uyanışta, o muhteşem ayağa kalkışta Alevisi, Sünnisi, Kürt’ü, Türk’ü, Çerkez’i ve Laz’ı hep bir saftaydı. Son derece geri yaşam biçimi olan aşiret yaşamı yerine modern yaşam geçiyordu. Kırsal alanlar aydınlanıyor, kentler mücadelenin ve değişimin başını çekiyordu.
Şehirlerde ulusal demokratik, direniş veya halk komiteleri adıyla örgütlenmeler kurulmuştu. Demokratik Halk Cepheleri için, çeşitli adımlar atılıyordu. 1968 gençliğinin ektiği tohumlar, ekine dönüşmüştü. Yönetenler yönetemez, sömürenler sömüremez, ezenler ezemez görüntüsü her yeri sarmıştı. Devletin otoritesine güven, neredeyse sıfıra doğru inmişti.
Devletin sivil destekçisi MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) derin devletin savunulmasını üstlenmişti. Köy ve kentlerde Alevi inançlı Kürtlere karşı, katliam senaryoları uygulanmaya başlanmıştı. Maraş, Malatya, Sivas ve Çorum’da jenosid provaları gerçekleştiriliyordu. Ülkedeki iç çatışmalarda günde ortalama 20 kişi hayatından oluyordu. Dünyadaki ekonomik kriz Türkiye’yi de vuruyordu. Temel ihtiyaçların hepsinde büyük kuyruklar yaşanıyordu. Halk, temel ihtiyaçları bulamıyordu. Parası olanlar dahi, satın alabilecek merkezleri bulamıyordu. Cumhuriyet’in çivileri gevşemiş, her yanında çatırdılar meydana geliyordu. 60 yıllık CHP’nin altı oklu devleti artık ihtiyaca yanıt veremiyordu. İşsizlik ve açlık had safhada. Ülkede statüko, derin bunalım yaşıyordu, gün geçmiyorki silahlı ve silahsız eylem ve gösteriler yapılmasın. Halk değişim, gençlik devrim, Kürtler özgürlük istiyordu. İşte bunu gören ABD ve batılılar, bir mütefiklerini, işbirlikçilerini, kendi çıkarları için kurtarmak istediler. Türkiye egemenlerini yitirmek istemiyorlardı. Kanlı bir darbe için ordu hazırlığa başlamıştı.
Gidişat, 12 Eylül 1980’de durduruldu. Halk adına, halka karşı darbe gerçekleştirildi. Darbe, sol adına, Kürt adına, ilericilik adına, demokrasi, adalet ve özgürlük adına ne varsa herşeyi yasakladı. Bütün demokratik hakların ve kazanımların üzerinde silindir gibi geçti. Fatsa ve Tunceli, havadan ve karadan kuşatılıp üç ayda yerle bir edildi. Sonucu büyük bir bedele mal oldu. Ülkenin, halkın ve çocukların geleceği için mücadele edenler, büyük bedeller ödediler, halen bu bedeller ödeniyor.
12 Eylül 1980 Askeri Cuntası’nın akla gelen blançosu şöyledir: 52 idam, 550 bin kişiye hapishane kapısı, 1.5 milyon insana gözaltı ve işkence, 30 bin kişiye pasaport yasağı, 67 bin kişiye siyasi yasaklar, 2000 öğretim üyesine üniversite yasağı, Kürtçe’ye yasak, onbinlerce öğretmene görevden alınma, binlerce öğrenciyi okulllardan uzaklaştırma, dernek, sendika, siyasi partilere faaliyet yasağı ve demirbaşlarına el koyma gibi faşist uygulamalar peşpeşe gerçekleştirildi. Sokakta en küçük rütbeli askere emret komutanım devri başlamıştı. Bu dönemde ülkenin en kıymetli varlıkları olan, 350 bin kişilik beyin (aydın) göçü Avrupa ülkelerine gitti. 12 Eylül karabasanı ülkeyi karanlıktan kurtarma adına gelip daha çok kararttı yaşamı.
İşte 12 Eylül cuntası ülkedeki demokrasi, Kürt ulusal uyanışı ve devrimci hareketlerin önünü almak için, yeniden bir yeşil kuşak politikası geliştirdi. Din’i kullanma siyaseti, tarikatlari dinsel inançlara bir rahatlama getirmekle kalmada açıktan destek sundu.
Ülkede gelişen şeriatçılığın yanına Alevilere’de 1990’lardan sonra, kısmi kucak açmalar başladı. Yerden biter gibi, Alevi-Bektaşi dernekleri kuruluyor, Cem evi ve Dergahların yanına Alevi vakıfları kuruluyordu. Ancak, Sünni inançlı devlet, sayıları 15-20 milyon olan, Alevi vatandaşına hiç bir yardım yapmıyordu. Nasıl ki, Kürtlere, siz Türksünüz diyorsa, Aleviye de siz Sünni olun diyordu. Sünni dinini geliştirmesi için trilyonları ise Diyanet İşleri başkanlığına veriyordu.
Burada iki yüzlülük yaşanıyordu. Devlet Laik’miş...Türkiye Devleti Laik değildir, sadece Alevilere karşı Laiktir. Yeniden halkları dinsel aktivitelere çekme siyaseti, 12 Eylül’ün ürünü olarak, Turgut Özal hükümetleriyle de sürdürüldü. Halka, siyasetle uğraşmayın, Kürtlerin ulusal mücadelesini desteklemeyin, ama her türlü dini çalışmayı yapın mesajı veriliyordu. Topluma, siyasetin dışında kalın biz sizin adınıza herşeyi yaparız, bakın siyasetle uğraşanların sonu neye vardı deniliyordu. Politikanın dışında siz sadece üç şey yapabilirsiniz deniliyordu:
1. Dinsel, çalışmaya katılın,
2. Futbolla ilgilenin,
3. İyi bir tüketici olun,
Bunlarla birlikte daha önce çıkarılan, 24 Ocak kararlarıyla da ülke kapitalist tüketim cennetine çevrilmeye başlanmıştı. Ancak alım gücünde düşüş ve yoksullaşmada hızlı yol alınıyordu. Darbenin üzerinde neredeyse, çeyrek asır geçti, ülke daha da kötüye gitti. Bu konuda çok sayıda kitap ve makale yazıldı, biz kısa bir hatırlatma yapmaya çalıştık. İşte 2004 yılında geldiğimiz tablo budur.
Kaynak: http://gundekomiran.com
Kadim Laçin’in Koçgiri’siz Cumhuriyet başlıklı kitabından yazarın izni ile alınmıştır.
l